Mustafa Balbay | Bindönümünün Ardından...
Silivri davalarında yargılanan pek çok kişi gibi ben de tutuklulukta bininci günü doldurdum.
“Bindönümü” nedeniyle 30 Kasım haftası boyunca ortaya konan tepkilerle ilgili kendimle değerlendirmeler yaparken şunun altını çizdim:
Bir konu sorun olarak masaya yatırılmışsa, çözüm başlamış demektir.
Haksız tutuklamaların ve uzun tutukluluk sürelerinin artık dava konularının da önüne geçtiğini, sağduyu sahibi her kesim kabul ediyor. Öyle ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bu
hükümet döneminde atanan hâkim dahi, oradan bakınca gerçeği yüksek sesle söylemeye başladı.
Gerçek şu:
Uzun tutuklulukta AİHM birincisiyiz!
***
Gazetelere günde ortalama iki saat ayırıyorum. 30 Kasım haftasında bu süre biraz daha uzadı. Televizyon haber programlarını da kaçırmamaya çalıştım. Bindönümünü konu alan bütün
meslektaşlarıma teşekkür ediyorum. Tek tek isimleri yazmayı düşündüm, sütun yetmeyecek. Yersizliğime versinler.
Meslektaşlarım da yer yer vurgulamış, ben de yeri geldikte dile getiriyorum; ben, yargılanmaktan kaçınmıyorum. Ama şu anda devam eden süreç adil bir yargılama değil. Başta da dikkat
çektiğim gibi, artık davaların konusu değil, davalardaki haksızlıklar öne çıkmış durumda. Bu haksızlıklar kaldırıldığında zaten geriye ciddi, kendi içinde bütünlüğü olan bir dava konusu da
kalmayacak.
Ben, öncelikle bir gazeteci olarak bindönümünü dile getiren bütün meslektaşlarıma karşı kendimi ayrıca sorumlu hissediyorum. Ankara’da gazetecilik yapanların ya da gazetecilikte yolu
Ankara’dan geçmiş olanların beni daha iyi anlayacağını düşünüyorum. Bir gazeteci, haber çevresi ve arşivi kadar vardır.
Gazetecilik deyimlerinden biridir; “Selam verdim almadı, belge değildir diye”.
Yayımlanan 26 kitabımdan 7’si sadece ve sadece belgelere dayalı. Gazeteciliğin günlük olağan akışı içinde bir belgeye ulaştığımda aklımdan 4 şey geçerdi:
Manşet olur, köşe yazısına malzeme olur, genişletilirse dizi olur, bu tür bilgi belgelerle birlikte kitap olur.
Hiçbir maddi çıkara ya da özel hesaba dayalı olmayan bu birikimden suç unsurları üretilmek isteniyor.
Ucu açık yargılama evrelerinde bunu kabul etmedim, ömrümün sonuna kadar da etmeyeceğim.
Gazetecilik yapma biçimiyle ilgili her türlü eleştiriye elbette açığım. Bu konuda da söyleyecek sözüm var. Ama bu eşit koşullarda ve meslek sürdürümünde yapılabilecek bir şey.
O özgürlük günlerinin gelmesini bu nedenle de çok istiyorum.
***
1000. günün dolduğu 30 Kasım sabahı, demir kapı şangırdadı. İçeri giren görevli seslendi:
“Ziyaretçiniz var.”
CHP Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan gelmiş. Sarıldık, kucaklaştık. 15 yıl önce ilk Artvin’e konferansa gelişimi, Kafkasör yaylasını konuştuk.
Bayraktutan pek çok milletvekilinin adını saydıktan sonra, “Yani gelişimi bütün milletvekillerimizin adına say” dedi. CHP’nin, sembol isimlerle birlikte öne çıkan uzun tutukluluk sorununu,
genel bir insan hakları ihlali olarak gündeme taşımasının sonuç vereceğine inanıyorum.
Hapiste yapayalnızken bir şekilde kendimi çoğaltarak yalnızlığı aşmaya çalışıyorum. Dışarıda seslerin yükseldiğini, çoğaldığını hissetmekse hücreyi koca bir meydana çeviriyor. 29, 30 Kasım,
1 Aralık’ta Ankara, İzmir, İstanbul’dan duyduğum seslerin etkisi böyle bir şeydi.
4 Aralık İzmir mitingini selamlamadan geçemeyeceğim.
Silivri’de izleyebildiğimiz kanallar çok az bir bölümünü canlı verse de havayı solumama yetti.
İzmir’in gerek kentteki gerekse Türkiye’deki bütün baskılara, haksızlıklara başkaldırışını gururla izledim.
O günden beri düşünüyorum…
Ne yapsam da Gündoğdu Meydanı’ndaki on binlerin heyecanına bir nefes katsam…
**Cumhuriyet